bugün

entry'ler (49)

bbtan

dün akşamdan beri bana engel olan oyun.

kalınan level den devam etme gibi bir hile mi var henüz çözemedim biri bana anlatsın.

yalnızlık hissi

dün akşam kurs çıkışı bi sigara içelim dedik kızlarla gitmeden derken motorsikletli bir bey geldi önümüzde durdu bizim kızlardan biri çığlık çığlığa meğer sevgilisiymiş neyse bu gitti. ardından baktım diğeri bir noktaya kilitlenmiş ağzı kulaklarında herifin biri geldi sarılmacalar o da gitti. ben de öyle elimde yanmayan sigaramla kaldım zaten çakmağımda yoktu efkarım bile yarım kaldı.

ikizler burcu insanından nefret etmek

sıkıcı değiliz en azından.

bit yavrusuna ne denir

sirke denir.

ben yatıyorum bir şey diyor musunuz

iyi örtün.

hani hiçbir şey değişmedi

sosyal medya hesaplarımı kapatıp ferahladım. sayılır mı?

sözlük yazarlarının en son ağladığı zaman

kirpiklerim hala ıslak fazla geçmiş olamaz.

sonra döndüm dedim ki

aslında hiçbir şeyin önemi yok.

ideal evlilik yaşı

40 ve üzeri 37 de olabilir bilemiyorum.

asla katlanılmaz insanlar

çok yavaş konuşan ve ağzı kokan insanlar.

izmir atatürk lisesi cumhuriyet balosu

gayet normal sıradan gelmesi gereken görüntüler aslında bu performansı izleyip neden gurur duyuyoruz onu düşünmek lazım bence biraz.
Siz ne görüyorsunuz bilmiyorum ama ben pırıl pırıl tertemiz çocuklar görüyorum. Atatürk' ün hayalini kurduğu gençlik bu diye düşünüyorum. Kadına değer verip önünde eğilen adamlar hem de zerafetle. Çok güzelsiniz çocuklar.

iz bırakan kitap cümleleri

Tümüyle güvendiğiniz bir şeye asla kendinizi adamazsınız. Kimse yarın güneşin doğacağını fanatik bir biçimde haykırmaz. Çünkü güneşin yarın doğacağını herkes bilir. insanlar,politik ya da dinsel inançlar ya da başka tür dogmalar ya da amaçlara kendilerini fanatikçe adıyorsa bunun nedeni daima, bu dogmaların ya da amaçların kuşkulu olmasıdır.

Robert Maynard Pirsig / "Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı"

abartıldığı kadar güzel olmayan şeyler

bir izmir' li olarak üzülerek söylüyorum : boyoz.

günün şarkısı

yüzyüzeyken konuşuruz - ne farkeder.

hangi çizgi film karakterisin

spinelli
görsel

en yakındaki kitabın yazarı

Marcel Proust.

la double vie de veronique

25. yılı hatırına ülkemizde başka sinema kapsamında vizyona girmiş başyapıt.
geç kaldığımı düşünüp başta hayıflandım kendi kendime. sonra daha önce izleseydim muhtemelen anlamayıp, izlediğim için de dönüp bir daha bakmayacağımı farkettim. bu yüzden aslında bana tam zamanında ulaştığını düşünüp sevindim.

renkler, müzik, atmosfer, arkaplanda hissedilen düşük doz gerilim... bir rüyanın içindeymiş gibi tüm ayrıntıların bir anlamı olduğunu bilip dikkat kesilerek tanık oldum iki veronika'nın yaşamına da. film bitince de görülen rüyanın etkisiyle uyanmış gibi dolaştım bir süre. filmin içeriğiyle ilgili gerekli bütün spoiler lar verilmiş zaten o yüzden hiç oralara değinmeyeceğim. bana hissettirdikleri böyleydi en azından.

hugh laurie

dünyanın en karizmatik adamı olabilir. zihnimde house karakteri ile yer ettiği için başka yapımlarda izleyince adapte olamıyorum.

tv8 in tv8 olduğu yıllar

eggs ve kitchen stories gibi sanat filmlerini tv8' de izlemiştim.

günün şiiri

Güçlü bir el silkeledi beni sonra 
Sanırım Tanrı’nın eliydi. 
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. 
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, 
Çok şey görmüşüm gibi, 
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, 
Ah...dedim sonra 
Ah! 

iç ses, diye söylendim 
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: 
Tanrım bana hiç erimeyen, 
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. 
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik 
Kardeşimle kendimize durmadan, 
Olmayan çayları, 
Olmayan fincanlardan içerdik. 
Olmayan kapıları açardık, 
Olmayan ziller çaldığında. 
Siyah papyonlu olurdu mutlaka 
Resim defterimizdeki damat. 
Yedi günde yarattığımız dünya 
Mutlu olurduk pastel koksa. 

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: 
Olanlar oldu tanrım 
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! 

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar 
Kapının arkasında yokum demiştim 
Ve divanın altında da. 
Bulamazsınız ki artık beni, 
Hayatın ortasında. 
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar 
Beni kimse bulamazdı 
Tanrı’nın arkasına saklansam. 
O Kocamandı, en kocamandı o. 
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. 

Bir zamanlar kendimi 
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. 
Kaç metredir benim yokluğum? 
Benden daha çok var sanmıştım. 
Benim yokluğumdan dünyaya 
Bir elbise çıkar sanmıştım. 
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan 
Sonunda ben de alıştım. 
Ah...dedim sonra, 
Ah! 

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, 
içim sıkılmasa o kadar 
Tek bir satır bile okumazdım. 
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı 
Bir derdi var derdim. 
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. 
Ninni derdim, ninni bebeğim! 
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini. 
Plastik gözkapaklarının ardında, 
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, 
Gözyaşları da. 
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. 
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, 
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa. 

insan çıtır ekmeği ısırdığında, 
Kırıklar dolar kucağına, 
işte orası umudun tarlasıdır. 
Ve orada başaklar ağırlaştığında, 
Sayısız ah dökülür toprağa. 

iç ses, diye söylendim 
Ve ah dedim sonra, 
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim

Didem Madak.